Şüphesiz ki ben yüzümü bir muvahhit olarak o yerleri ve gökleri yaratmış olan Allah'a yönelttim. Ben müşriklerden değilim. Şüphesiz ki benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm hiçbir ortağı olmayan alemlerin rabbi olan Allah içindir. Senin ortağın (şerikin) yok. Ben ancak bununla emrolundum ve ben müslümanlardanım

TAĞUTA ASKER OLMA

Hâmd ve Hüküm Allâh sûbhânehû we-teâla’ya aittir.

Bil ki! Hiçbir kimse Tâğut’un koruluğu durumunda olan kışlalarda askerlik yani silahlı veya fiili mücadelede bulunamaz. Yoksa Allâh’a sahih (geçerli) bir şekilde iman etmiş olamaz. Tâğut’un yani Allâh sûbhânehû ve teâla’nın indirdiği kanunlar ile hükmetmeyen bir kurum ya da kuruluşu, devlet veya devletler birliliğini koruma adına, görev almaları Kur-an, Sünnet ve icma ile sabit olduğu üzere kişiyi dinden çıkaran büyük küfürdür.

Allâh sûbhânehû we-teâla, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velileri ise Tağût’tur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır. Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar.’’[1]

Allâh sûbhânehû we-teâla’nın Ayet’te belirttiği gibi İmân edenler, aydınlık bir yol üzeredir, kâfirler ise karanlık bir yol üzeredirler. Sebebine gelince de iman edenler Allah sûbhânehû teâla’yı dost edinmeleri Kâfirlerin ise Tâğût’ları dost edinmelerindendir.

‘’İman edenler Allah yolunda savaşırlar, Kâfirler ise Tâğût (bâtıl davalar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır.’’ [2]

Allâh sûbhânehû we-teâla iki mücadele yolunu belirtmiştir. Biri Allâh sûbhânehû we-teâla’nın yolu –ki iman edenlerin yolu bu yoldur- diğeri ise Tâğut’un yolu -ki kâfirlerin yolu da bu yoldur- Allâh sûbhânehû we-teâla’nın karşısında, İslam´ın ve Müslümanların karşısında bulunan her ordu Tağût’i bir ordudur. Şeriat´ı ortadan kaldıran ve Hilâfet´i lağveden ve gelmemesi için savaşan bir ordu Tağût’i bir ordudur. Dolayısıyla mevcut Tağût’i rejime ve rejimlere askerlik yapmak küfürdür! Askerlik yapan kişiler bu Ayet ile karşı karşıyadır. Yani Ayet’in mucibince kâfirdir!

Seyyid Kutub rahîmûllâh bu Ayet’in tefsirinde şu ifadeleri belirttir.

‘’İlk dokunuşta insanlar yol ayrımında duruyorlar. Bir anda hedefler çiziliyor, çizgiler açığa çıkarılıyor, insanlar, iki ayrı sancağın altında, iki ayrı gruba bölünüveriyor.

“Mü’minler Allah yolunda savaşırlar…”
“Kâfirlerse Tâğût (şeytan) uğrunda savaşırlar.”

Müminler Allah yolunda, O’nun hayat metodunu gerçekleştirmek, şeriatını yerleştirmek ve Allah adına “insanlar arasında” adaleti uygulamak için savaşırlar, başka bir isim altında değil. Yüce Allah’ın tek başına ilah olduğunu bu yüzden tek başına hükmetmesi gerektiğini kabul ederek…

Kâfirlerse Tâğût uğrunda Allah’ın metodunun dışında değişik hayat metotlarını gerçekleştirmek, -Allah’ın izin vermediği- değişik şeriatleri yerleştirmek ve yine -Allah’ın izin vermediği- değişik değerleri oturtmak ve Allah’ın mizanı dışında değişik ölçüler dikmek için savaşırlar.

İman edenler, Allah’ın dostluğuna, korumasına ve gözetimine dayanarak dururlar. Farklı sancakları, hayat metotları, şeriatları, yolları, değer ve ölçütleriyle kâfirler, şeytanın dostluğuna dayanıp dururlar. Onlar bütün farklılıklarına rağmen şeytanın dostlarıdırlar.
Yüce Allah, müminlere şeytanın dostlarıyla savaşmalarını, onların ve şeytanın hilesinden korkmamalarını emretmektedir.
“… O halde, şeytanın dostlarıyla savaşınız. Çünkü şeytanın hilesi-düzeni zayıftır.”

Allâh sûbhânehû we-teâla İmân eden kimselerin –müjdelediği kimseleri- gönüllü bir şekilde bir bilgi üzere Tâğut’tan kaçınıp, Allâh yöneldiklerini belirtiyor.

‘’Tâğut’a kulluk etmekten kaçınıp, Allah’a yönelenlere müjde vardır. (Ey Muhammed!) Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte Allah’ın doğru yola ilettiği kimseler onlardır. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.’’ [3]

Üstelik Allah sûbhânehû we-teâla Tâğût’u inkâr etmekle emrolunduğumuzu açık bir şekilde belirtmiştir.

‘’…Tâğût’u inkâr etmekle emrolundular!’’ [4]

Hatta iman öncesinde Allah sûbhânehû we-teâla Tâğut’un inkâr edilmesi imanın şartı yani Müslüman olunabileceğini şu şekilde açıklamıştır. ‘’… . O halde kim Tâğût’u inkâr edip Allah’a İmân ederse, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır.’’ [5]

Günümüzün güncel meselelerinde olduğu gibi, Tâğut’a karşı savaşması gerekirken, Tâğut’un safında yer alarak bu uğurda mücadele veriyor. Hatta Askerlik yapıyorlar. Bu insanlar açık olarak indirilen kitaba yönelmeleri ve bakmaları gerekir. Yoksa kendilerinden öncekilerin durumuna düşerler.

‘’Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik.’’
 
[6]

Bakınız, önceki kavimlerden Firavun hanedanına Gafil oldukları yurda. Yani o zaman nasıl bir Tağût’i bir sistem hâkim idiyse bu zamanki Lâik sistem de aynı şekilde bir Tağût’i sistemdir.

‘’Firavun, (Mısır) toprağında gerçekten azmış(Tâğût olmuş), halkını çeşitli zümrelere bölmüştü. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardandı.’’ [7]

Şimdi bu ayette açık bir şekilde ifade ediliyor ki, Firavun’un ne derece zalim olduğu, ne kadar azgın olduğu ve ne derece Tâğût ve zorba olduğu. Hatta bizim şu zamanımızdaki Tağût’lardan daha da zalim ve daha çok sınırları zorlayan bir bozguncu. Ve yine Râbb’imiz onun siyasetini şu şekilde ortaya koyuyor. ‘’ Firavun kavmini küçümsedi/aptallaştırdı. Onlar da kendisine boyun eğdiler.’’ [8]

Bugünkü Tâğût’lar da halkını küçümsemiş, halkına istediği zaman işkence eder, cezalandırır/hapseder ve askerlik yoluyla da itaati zorunlu hale getirir. Bakınız Allâh sûbhânehû we-teâla Firavun ile askerlerini, ordusunu sonuç itibarıyla aynı hükme bağlıyor. Hepsine aynı hükmü veriyor.

‘’…Şüphesiz Firavun ile Hâmân ve askerleri yanlış yolda idiler.’’ [9]

‘’Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Bak işte, zalimlerin sonu nice oldu!’’ [10]

Râbb’imiz Tâğut’a destek çıkanları dünyevi olarak ayırmadığı gibi uhrevi olarak da ayırmadığını bize bildiriyor.

‘’Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları (çekip) ateşe götürecektir. Varacakları yer ne kötü yerdir!’’ [11]

Bu durum Firavun döneminde olduğu gibi, Râsulûllâh salâllâhû aleyhi we-selâm zamanında da gerçekleşmiştir. Râsulûllâh salâllâhû aleyhi we-selâm Mekke´den Medine´ye hicret ettiği zaman bazı kişiler hicret etmeyip Mekke’de kaldılar. Bunun üzerine Mekke müşrikleri Bedir savaşına giderken o Müslümanları da yanlarına zorla almışlardı. Bunlardan bazıları ise müşriklerin saflarında iken öldürülmüş bazıları ise esir alınmıştı.

‘’Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: «Ne işde idiniz!» dediler. Bunlar: «Biz yeryüzünde çaresizdik» diye cevap verdiler. Melekler de: «Allah’ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!» dediler. İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir.’’


İbn-i Abbas Ayet ile alakalı şu rivayeti dile getirir.

‘’Râsulûllâh salâllâhû aleyhi we-selâm zamanında bazı Müslümanlar müşriklerle birlikte durup onların sayılarının artmalarına neden oluyorlardı. (Savaş sırasında) Ok, onlardan bazılarına isabet edebiliyor veya boynu vurulup öldürülebiliyordu. Bunun üzerine bu ayetler nazil oldu.

İbn-i Abbas oradaki Müslümanların kendilerini gizledikleri şu şekilde belirtir;

Bir kısım Mekkeliler İslam’a girmiş, fakat Müslümanlıklarını açığa vurmamışlardı. Bedir savaşı gününde müşrikler onları da beraberlerinde savaşa götürdüler ve bazıları bu savaşta öldü. Müslümanlar bunun üzerine: ´Bizim arkadaşlarımız Müslüman idiler, savaşa zorla sokuldular deyip, onlara Allâh sûbhânehû we-teâla’dan mağfiret dilediler. Bunun üzerine bu ayetler nazil oldu. Bu ayet müslümanlardan kalanlara yazıldı ve bildirildi ki onlar için özür yoktur.

“Ravi devamla şöyle anlatır;

Onlar hicret etmek üzere çıktıklarında müşrikler kendilerine kavuşup aralarına fitne saldılar.
Bunun üzerine; İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde «Allah’a ve ahiret gününe inandık» derler
[12] Ayet’i nazil oldu. [13]

Bedir savaşında Müslümanların eline esir düşenler arasında Râsulûllâh salâllâhû aleyhi we-selâm’in amcası Abbas da vardı. Bunun üzerine Râsulûllâh salâllâhû aleyhi we-selâm Abbas radıyallâh’u ânh’a

‘’Kendin için, kardeşinin oğlu Akil b. Ebi Talib için, Nevfel b. Haris için ve müttefikin Haris oğullarından biri olan Utbe b. Cahdam için fidye ver de kendini kurtar.“

Bunun üzerine Abbas radıyallâh’u ânh şöyle dedi;

Ben senin Râbbine iman edip, kıblene dönmedim mi?“

Râsulûllâh salâllâhû aleyhi we-selâm de şöyle buyurdu;

‘’Allâh sûbhânehû we-teâla durumunu en iyi bilendir, eğer gerçekten dediğin gibi isen Allâh sûbhânehû we-teâla sana ona göre karşılığını verir, fakat senin zahirin (görünüşün) bizi ilgilendirir.”

Bizim aleyhimizedir. (Bize karşı savaşıyorsun.) Abbas radıyallâh’u 20 altın ödeyerek kurtuldu. [14]

İbn-i Kesir tefsirinde şu ifade kullanılır;

“Abbas, Akil ve Nevfel esir olduklarında, Râsulûllâh salâllâhû aleyhi we-selâm Abbas radıyallâh’u ânh’a; Kendin ve kardeşinin oğlu için fidye ver. Buyurdular. Abbas radıyallâh’u ânh; Ey Allâh’ın Râsulû Senin kıblene namaz kılmadık mı? Senin şehadetini (Kelime-i Şehadet´i) getirmedik mi?´ Deyince, Râsulûllâh salâllâhû aleyhi we-selâm Ey Abbas! Siz hasımlaştınız, size de hasım olundu. Buyurdular. ‘’

“Nasıl Abbas kâfir bir esir olarak muamele gördüyse, bunlar da zahiren kâfir muamelesi görürler.’’

 

İbn-i İshak´ın Siyeri´nde şu ifade geçer;

“Senin zahirin (görünüşün) bizi ilgilendirir, Kalbini Allâh sûbhânehû we-teâla bilir! Dikkat edilecek olursa, bunlar savaşa zorla götürülmüş, kendi istekleriyle gelmemiştir ve bunlar savaşta hiç bir Müslümanla savaşmamışlar ama hakkında böyle bir ayet nazil olmuş ve Râsulûllâh salâllâhû aleyhi we-selâm amcasıyla bu şekilde konuşmuştur.’’

Sonuç olarak İkrâh dışında Tâğut’a askerlik yapanların Kâfir olduklarını Rabbimiz açıkça ortaya koyuyor.

‘’İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise Tâğût (bâtıl davalar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır.’’ [15]

Ki Râsulûllâh salâllâhû aleyhi we-selâm bizi bu konuda uyarmıştır.

“Sizin başınıza bazı liderler gelecek ki bu liderler şerli insanlara yakın olacaklar ve namazları vakitlerinden geciktirerek kılacaklar. Kim bunların zamanında yaşarsa onlara asker de olmasın, polis de, vergi tahsildarı da olmasın, haznedar da.” [16]

Bu hadiste sarahaten ifade edildiği gibi bir Müslüman’ın bırakın, Tağût’i sisteme askerlik yapmasını, namazlarını geciktiren, şerli insanlarla irtibata giren ve onlara yakınlık gösteren sisteme askerlik bile yapması caiz değildir!

İşte günümüzde mevcut olan ordu İslam´a ve şeriata savaş açmış bir ordu olduğundan dolayı küfür bir ordudur! Allâh sûbhânehû we-teâla askere zorla götürülen insanın bile mazeretini kabul etmiyor, kaldı ki gönüllü olarak giden insanların durumu nicedir. Küfürde, kâfirlikte ziyadeleşmedir!

 Son olarak, Hâmd Âlemlerin Râbbi olan Allâh’a aittir. Doğrusunu O bilir.

[1] Bakâra Sûresi 257.Ayet

[2] Nisâ Sûresi 76.Ayet

[3] Zûmer Sûresi 17,18

[4] Nisâ Sûresi 60.Ayet

[5] Bakâra Sûresi 256.Ayet

[6] Bakâra Sûresi 59.Ayet

[7] Kâsas Sûresi 4.Ayet

[8] Zûhruf Sûresi 54.Ayet

[9] Kâsas Sûresi 8.Ayet

[10] Kâsas Sûresi 40.Ayet

[11] Hûd Sûresi 98.Ayet

[12] Bakâra Sûresi 8.Ayet

[13] İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, I,542

[14] Müsned, Ahmed b. Hânbel 3310

[15] Nisâ Sûresi 76.Ayet

[16] Sahih İbn-i Hibban c.10, sf.446


 
AMENTÜ BİLLAH VE KEFERTÜ BİT-TAĞUT
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol